Bazı dönemler vardır… Siyaset, sadece kimin koltuğa oturacağı meselesi değil; o koltuğun hangi ilkelere yaslandığı meselesidir.
Cumhuriyet Halk Partisi, bugün böyle bir eşiğin tam ortasında. İçinden geçtiği bu süreç, sadece bir liderlik tartışması değil; demokrasi, hukuk ve etikle yüzleşme sınavı.
Kurultayda yaşananlar malum. Kimi delegelerin baskı altında, kimi çıkar ilişkileriyle yönlendirildiği konuşuluyor. Eğer gerçekten öyleyse, burada ne halk iradesi vardır ne de partinin özüne uygun bir seçim. O halde bir durup sormak gerekmez mi: “Bu bizim savunduğumuz demokrasi mi?”
30 Haziran’da açıklanacak mahkeme kararı, sadece hukuki değil, aynı zamanda ahlaki bir karardır. Ve bu kararı beklerken sergilenen tavır da en az kararın kendisi kadar önemlidir.
Bu noktada Özgür Özel’in çıkışlarına da değinmek gerekir. “Hodri meydan” demek kolaydır. Fakat esas liderlik, yargı sürecine saygı göstererek olur. Bu tür meydan okumalar, siyasette özgüven değil; çoğu zaman tedirginliğin dışavurumudur.
Kaldı ki toplumda yaygın bir kanaat var, Vatandaş "Özgür Özel, CHP Genel Başkanlığı görevini fiilen yürütememekte, genellikle ikinci bir siyasi aktörün gölgesinde özellikle de Ekrem İmamoğlu’nun yönlendirmeleri doğrultusunda hareket etmektedir." diye düşünmektedir.
Bu algı, Özgür Özel’in son dönemdeki tutarsız çıkışlarıyla daha da güçlenmiştir. Gerçek şu ki, CHP Genel Başkanlığı Özgür Özel’e birkaç beden büyük gelmiş ve bu durum artık saklanamaz hale gelmiştir.
Ayrıca, kamuoyunun da dikkatini çeken bir başka konu daha var:
Özgür Özel’in siyasi üslubu sürekli değişiyor. Önce “normalleşme” dedi, sonra siyasetten yumuşadı. Ardından aniden sertleşti. Kısa süre sonra yeniden yumuşadı, derken bir kez daha sertleşti. Bu zikzaklı tutum, ciddi bir siyasi kararsızlık ve derin bir istikrarsızlık izlenimi bırakıyor. Tuhaf bir liderlik haliyle karşı karşıyayız.
Ve evet, yerel seçimlerde alınan başarı da 4-5 aylık yeni yönetimin değil; Kemal Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık stratejik birikiminin, örgütlenme disiplininin ve parti kadrolarının özverili emeğinin ürünüdür. Bu başarıya sahip çıkıp, onun arkasındaki isimleri yok saymak, Kılıçdaroğlu’nu başarısız gibi göstermek; olsa olsa siyasi nankörlük ve acemiliktir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir savcısını tehdit etmek ve yürütülen bir soruşturmanın seyrini söylemlerle etkilemeye çalışmak son derece yanlış ve gereksiz bir tutumdur. Savcılar, kamu adına görev yapan bağımsız yargı mensuplarıdır. T.C. savcısını tehdit etmek ve adli sürece müdahale etmeye çalışmak kabul edilemez bir davranıştır. Savcılar, yasalar çerçevesinde kamu adına görev yapan yargı mensuplarıdır; bu tür söylemler hukuk devletine zarar verir,
Savcılık bir delil makamıdır, elindekileri ortaya koyar. Mahkeme ise karar verir. O halde savcıya saldırmak, yargı sürecini yıpratmak ne CHP’ye ne ülkenin hukuk anlayışına yakışır. CHP gibi bir partinin savcının görevine saygı duyması gerekir.
Ve şunu net söyleyelim: Kim olursa olsun, eğer kim ki suç işlemişse o suçun hesabını yargıya vermelidir. Bu kişi ister belediye başkanı, ister milletvekili, ister genel başkan, isterse bir baba olsun… Hukukun terazisi kimseye özel ayarlanmaz.
“Siyaset, kişisel servet edinme aracı değil; halkına ve vatanına hizmet etme sorumluluğudur.”
Burada ayrıca bir çelişkiyi daha hatırlatmak gerekir: Zamanında “İktidar seçim kaybetse de koltuğu bırakmaz” diye eleştiriler yapan muhalifler, şimdi aynı durumla yüzleşince ne yapacak? Eğer mahkeme, kurultayda usulsüzlük yapıldığını tespit ederse ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu haklı bulursa; Özgür Özel de mi eleştirdiği o zihniyet gibi davranacak? Seçimi kaybetmesine rağmen koltuğa mı yapışacak? Yoksa çıkıp, “Genel Başkanım, bu parti size yapılan haksızlıktan dolayı üzgündür. Sizin yeriniz burasıdır, lütfen oturun” diyebilecek mi?
İşte asıl sınav o gün verilecek.
Bu süreçte CHP'nin önünde üç temel yol var:
- Yargıya saygı göstermek,
- Şeffaflıkla her iddiayı araştırmak,
- Ve koltukta oturan herkesin hesap verebilirliğini sağlamak.
Siyaset bir güç mücadelesi değildir. Siyaset, sorumluluk alma sanatıdır. CHP şimdi bu sorumluluğu almak zorundadır. Ve bu sorumluluk, kişilere değil; ilkelere bağlı kalmakla başlar.
Ve son bir not…
Benim Özgür Özel’e karşı saygımı yitirmeme neden olan şey sadece siyasi zikzakları değil.
Asıl kırgınlığım; Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan onur kırıcı muameleye sessiz kalmasıdır.
Bu partiyi 13 yıl boyunca büyük bedeller ödeyerek taşıyan bir lidere, hak ettiği onur gösterilmediği sürece; ne içimdeki adalet duygusu rahat eder, ne de CHP yeniden toparlanabilir.